Bugün 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren, çok önemli bir kanunun, “Kabotaj Kanunu”nun 96ncı yıldönümü. Bu kanunun yürürlüğe girdiği 1 Temmuz günü aslında 1935 yılından bu yana “Kabotaj Bayram”ı; 2007 yılından beri de “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Yani biz denizcilerin aslında resmen bir bayramı bulunmaktadır. Ancak bu bayram, ne yazık ki bazı denizciler dâhil, pek çok kişi tarafından kutlanmamakta; hatta bilinmemektedir. Bunun nedeni, trajik de olsa, bu günün bayram olmasına rağmen “resmî tatil” olmaması olabilir mi acaba? 

Kabotaj kelimesi dilimize Fransızca’dan girmiş bir kelimedir.  Fransızca yazılışı “cabotage” olup, Fransızca’ya da İspanyolca “cabo” kelime kökünden geçmiştir. “cabo” İspanyolca’da “baş” ve coğrafî terim olarak kullanılan “burun” anlamlarını taşımaktadır. Fransızlar bu kelimeye “+age” (nesil, yaş, devir) sonekini ekleyerek “cabotage” kelimesini türetmişlerdir. Kabotaj, “uzak yol deniz seferlerinin karşıtı olarak, bir devletin kendi limanları arasında yapılan ticarî deniz seferi” veya başka bir ifadeyle “bir devletin kendi limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı” demektir.

Kabotaj hakkı, bir ülkenin kendi karasularında ve kendi limanları arasında gemi işletme ve her türlü liman hizmetlerini kendi kontrolünde bulundurma hakkı; yani sahip olduğu sulardaki limanları arasındaki deniz taşımacılığı ve deniz ticareti konusunda tanığı ayrıcalık olarak ifade edilebilir. Ayrıcalıklardan sadece kendi vatandaşlarının faydalanması millî ekonomiye büyük bir katkı sağlamaktadır. Bu nedenle devletler yabancı gemilere kabotaj yasağı koyma hakkına sahiptir. Deniz ticaretinde Kabotaj hakkını ilk kez 16.yy ortalarında denizci bir ülke olan İngiltere kullanmıştır. Sonrasında başka devletler de kendi ekonomik durumları ve siyasal amaçlarına göre Kabotaj hakkını kullanmışlardır.

Güncel Türkçe Sözlük’te kabotaj, “bir ülkenin iskele veya limanları arasında gemi işletme işi” olarak tanımlanmaktadır. Aynı Sözlük’te kabotaj hakkı ve kabotaj gemisi tanımlarına da yer verilmiştir. Kabotaj hakkı, “Türk kara sularında, Türkiye’deki akarsu ve göllerde gemi bulundurma, bunlarla gidiş geliş ve taşıma yapma hakkı” olarak; kabotaj gemisi ise “kabotaj hattında çalışan gemi” olarak tanımlanmaktadır.

Ulusal mevzuatlarımızdan Sefer Bölgeleri Yönetmeliği’nde de sefer bölgeleri;

1. Liman Seferi: Liman sınırlarında veya merkez limandan belli mesafeden fazla ayrılmadan yapılan sefer.

2. Kabotaj Seferi: Liman sefer bölgesi sınırları aşılarak Türkiye limanları arasında yapılan sefer.

3. Yakın Kıyısal Sefer: Kabotaj sefer bölgesi sınırları aşılarak, Karadeniz’de, Akdeniz’de ve Kızıldeniz’de yapılan sefer.

4. Uzak Sefer: Yakın sefer bölgesi sınırları aşılarak yapılan sınırsız sefer.

olarak tanımlanmıştır. İşte Kabotaj Kanunu ve kabotaj hakkı buradaki Kabotaj Sefer Bölgesi ile ilgilidir.

Birçok farklı tanım yapmak mümkün olmakla birlikte denizde kabotaj deyimi, genel olarak ücret karşılığında bir ülkenin limanları arasında deniz yolu ile yolcu ve yük taşınması; kara sularında römorkaj ve kurtarma gibi denizcilik hizmetlerinin yürütülmesi olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle, Kabotaj Hakkı, denize kıyısı olan devletlerin kendi denizcilik sektörünü korumaları amacıyla geliştirdikleri sistemin genel bir adıdır. Çoğu devletlerin kabotaja dair hukuki düzenlemeleri mevcuttur. Bu düzenlemeler, ülkesel denizcilik sektörünü dış rekabete karşı korumayı, fakat aynı zamanda ülke içinde deniz taşımacılığı altyapısını millî güvenlik bakımından gözetmeyi ve yoğun trafiğe sahip sularda deniz emniyetini de sağlamayı amaçlamaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde imparatorluğun kabotaj hakkı yoktu. Çünkü Batılı ülkelere verilmiş olan kapitülasyon hakları sebebiyle Osmanlı İmparatorluğu kıyılarında genellikle yabancı bandıralı tekneler ve bu teknelerde birçok da yabancı hizmet görürlerdi.  Avrupalıların reform ve rönesans hareketleriyle şaha kalkıp özgürleşmesi bağlamında kendi ticari ve ekonomik kültürünü pozitif anlamda değiştirip geliştirmesi, aynı zamanda Osmanlı’nın elinde olan ticaret yollarına (baharat ve ipek) alternatif ticaret yollarını oluşturması sonucu, Osmanlı İmparatorluğu ekonomisi ve ticari faaliyetleri, durgunlaşmaya, gün be gün gerilemeye başladı. Avrupalıları ve yabancı yatırımcıyı yeniden iç piyasasına çekip, ekonomisini hareketlendirebilmek için, onlara “kapitülasyonlar” adı altında bazı ekonomik, adli, idari vb ayrıcalıklar vermesiyle birlikte zamanla kendi limanları arasındaki ticarette, kontrolü tamamen kaybeden Osmanlı’nın, 19. yy başlarına gelindiğinde, kendi limanları arasında ticaret yapan, hiç denilecek kadar az yerli ticaret adamı kalmıştı. Ulusal Denizcilik tamamen bitmiş, ülke bu alanda dışa bağımlı bir konuma düşmüştü.  Mondros ateşkes anlaşmasının imzalanması ile boğazlar ve limanlar yabancı ülke yönetimlerinin eline geçmişti. Deniz ulaştırmasının büyük bir bölümü ile önemli limanların işletilmesi yabancıların elindeydi. Bu nedenle Türkler, kendi denizlerinde ticaret yapamaz durumda idi.

Osmanlı Devleti, kapitülasyonlar ve Duyun-u Umumiye uygulamaları nedeniyle kabotaj ve ilgili meslekleri yapma hakkını yabancılara devretmiştir. Bu nedenle Osmanlı şirketlerine ait gemilerin faaliyetleri çok sınırlı kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 130.000 tona varan bir deniz ticaret filosuna sahip iken sonraları filonun tonaj büyüklüğü 35.000 tona düşmüştür. Savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi’ni oluşturan 24 maddenin çoğunluğu “Deniz Gücümüz” ile ilgilidir. Boğazlar’ın, askerî ve ticari deniz gücümüzün, hatta kullanılacak yakıtın bile teslim edilmesi, denizci personelin dağıtılması, zaten yok sınırında olan denizciliğimizi tamamıyla bitirmiştir.

Ancak Millî Mücadele’nin kazanılmasıyla 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Görüşmeleri 2,5 aylık bir sürecin ardından özellikle sınırlar ve ticari haklar konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle 4 Şubat 1923’te kesintiye uğramıştır. Bu esnada, yeni kurulacak devletin ekonomi politikasına yön vermek ve Lozan görüşmelerine hazırlık amacıyla İktisat Vekâleti tarafından 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir İktisat Kongresi düzenlenmiştir. Kongre açış konuşmasında Atatürk, “İktisadi zaferlerle sonuçlandırılamayan askerî zaferlerin kalıcı olamayacağını” belirtmiştir. Kongre’de, kabotaj hakkı bağımsızlığının kazanılması kararı, birçok önemli madde ile birlikte kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik temellerinin atıldığı 1923 Birinci İzmir İktisat kongresinde köklü bir geleneği ve büyük bir geçmişi olan Türk denizciliği, ekonomideki vazgeçilmez yerini yeniden almış, gücünü yitiren Osmanlı İmparatorluğunun Kapitülasyonlarla yabancılara terk ettiği deniz varlığına yeniden sahip olmuştur.

Kongre çalışmaları sırasında hazırlanan ve 19 Nisan 1926 tarihinde TBMM de kabul edilerek 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe giren Kabotaj kanunu, bu nedenle bir anlamda Kurtuluş Savaşı’nın denizlerdeki zaferidir. Yabancı devletlerin deniz ticaretindeki hakimiyeti bu yasanın yürürlüğe girmesi ile son bulmuştur. Kabotaj Kanunu denizlerimize sahip çıkma bilincini insanımıza aşılamış. Denizciliğimizin gelişip büyümesinde önemli rol oynamıştır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk Milletine en büyük armağanlarından biriside Kabotaj Kanunudur.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması uyarınca kapitülasyonlar lağvedildi. Böylece Türkiye kabotaj hakkına kavuştu. Türkiye’nin büyük ölçüde bir yarımada ülkesi oluşu ve kıyı uzunluğunun 8333 kilometre olduğu dikkate alınırsa bu Türk denizciliğine büyük bir imkân tanıyordu. Gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra 19 Nisan 1926 tarihinde çıkarılan 815 sayılı yasaya göre Türkiye limanları arasında sadece Türk teknelerinin hizmet görmesi ayrıcalığı getirildi. Yasa aynı yıl 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Deniz ticaret filomuzun büyütülmesi ve deniz taşımacılığının geliştirilmesi yönündeki tedbirlerin başında gelen bu kanun ile Türk liman ve iskeleleri arasında yük ve yolcu taşımacılığı özel olarak Türk bayrağı taşıyan gemilere verilmiş, ayrıca karasularımız dâhilinde balıkçılık ve diğer tür avcılık, kum ve çakıl çıkartma, batık çıkartma, dalgıçlık hizmetleri, arayıcılık, kurtarma, kılavuzluk, deniz balıkçılığı, deniz bakkallığı, limancılık ve liman işçiliği, gemilerde gemi adamı olarak görev alınması gibi faaliyetler yabancılara yasaklanmış ve kaptanlık, çarkçılık, kâtiplik, tayfalık, amelelik gibi hizmetlerin yapılması Türk vatandaşlarına bırakılmıştır. Kanun karasularımız ile birlikte nehir ve göllerimiz için de geçerlidir. Bu tarih 1935 yılından itibaren Kabotaj Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. 2007 tarihinde kabotaj kelimesine denizcilik kelimesi de eklenerek bayramın adı Denizcilik ve Kabotaj Bayramı olmuştur.

1923 Lozan Antlaşması’yla kaldırılan kapitülasyonlarla beraber, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Büyük Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ile kendi limanlarındaki ticaret hakkını, tamamen kendi yurttaşlarına vererek, yabancı yatırımcının bu alandaki hegemonyasına son vermiştir. 1 Temmuz 1926 yılında yürürlüğe giren 815 sayılı kabotaj kanunu ile bu hak sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına tanınan bir hak olarak hukuki anlamda tescillenmiştir. Atatürk, “Kabotaj’ın bu yıl içinde, sadece ve tamamen Türk bayrağına dönüşü fiilen gerçekleşmiştir. Bu olayı övünerek anmak isterim. Bu olay, yüzyıllarca süren engellere karşı, ancak millî yönetimin elde edebildiği başarılardandır.” ifadesiyle kabotaj hakkına verdiği önemi vurgulamıştır.

Kabotaj, millî ticaretin gelişmesini hızlandıracak bir unsurdur. Bunun için devletler, yabancı gemi ve yabancı uyruklu kimseler açısından kabotaj yasağı koymaktadır. 1921 Barcelona ve 1944 Chicago konvansiyonları dikkate alındığında kabotaj yasağı koyma yetkisinin kullanılması, devletler hukukunun genel prensiplerine aykırı değildir. Yabancı devletler Lozan’da, Türk deniz filosunun niteliksel ve niceliksel olarak yetersizliği, hizmetlerin uluslararası standartlarda olmaması, devletin düzenleme ve kanunlarının azlığı gibi şartları öne sürerek kabotaj hakkının kullanılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Özellikle Osmanlı Devleti’yle yapılan antlaşmaların geçerliliğini, ülkedeki yüksek miktardaki ekonomik yatırımlarını ve sözleşmelerinin süreleri bitinceye kadar denizcilik faaliyetlerini sürdürmeleri gerektiğini iddia etmişlerdir. Ancak yabancı devletlerin tüm bu girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Lozan Antlaşması’nın ilgili maddeleriyle tüm devletler Türkiye’nin Kabotaj Hakkı’nı kabul etmişlerdir. Barış antlaşmasından ayrı olarak düzenlenen Ticaret Sözleşmesi ile kabotaj uygulamasına bir geçiş süreci benimsenmiştir.

Kabotaj Kanununun bir hükmünde; “ Türkiye limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşınması ile klavuzluk ve römorkaj hizmetleri, Türk vatandaşları ve Türk bayrağı taşıyan gemilerce yapılır.”  Bu yasaya göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm karasuları ve limanları arasındaki deniz ticareti, yolcu taşımacılığı, dalgıçlık, rehberlik, kaptanlık, tayfalık vs. hepsi yeni Türk Devletinin yönetiminin altına girdi. Bu yasa ile beraber Türkler kendi limanlarında,  akarsularında, göllerde, Marmara Denizi ve boğazlarda tam bağımsızlığı kazanmış oldu. Yabancı devletlerin gemilerinin, sadece Türk ve yabancı devletlerin limanları arasında ticaret yapabileceği belirtildi. Böylelikle ekonomide ilk bağımsızlık elde edildi.

Kanuna göre; akarsularda Marmara Denizinde ve boğazlarda, göllerde, tüm kara sularında, bunun dışında tüm körfezler, limanlar, koylar ve buna benzer yerlerde yelken, kürek, makine, ile hareket eden araçların bulundurulması ve bu araçlar ile mal ya da yolcu taşınması hakkı yalnızca Türk vatandaşlarına verilmektedir.

Sevgili arkadaşlar,

Buraya kadar sizlere Kabotajın kelime anlamını, Kabotaj hakkının ne olduğunu, tarihsel gelişimini, Kabotaj kanununun önemini ve Kabotaj bayramını dokümante edilmiş bilgiler olarak aktarmaya çalıştım. Konuyu daha güncel ve basit olarak anlatmaya çalışırsak, eğer Lozan Anlaşması ve Atatürk’ün büyük vizyonu ve iradesi olmasaydı, yani Kabotaj kanunu ile Kabotaj hakkının sadece Türk vatandaşlarınca kullanılabileceği hukuken tescil edilmemiş olsaydı, bugün belki de Bodrum-Datça feribot hattı da dâhil, İzmir ve İstanbul’daki deniz toplu taşımacılığı yapan şehir hatları veya Van gölünde Tatvan-Van arasındaki feribotlar gibi birçok işletme yabancı ülkelerin elinde olur, gemilerde o ülkelerin bayrakları dalgalanır, kendi dilleri konuşulur, yine o ülkelerin tercihine göre Filipinli, Hintli, Şili’li vs gemiadamlarıyla donatılır, o ülkeler belki bizim burada verdiğimiz eğitimleri ve sertifikaları geçersiz kabul eder; sizler de, o liman ve gemilerde bırakın kaptan olmayı, temizlik görevlisi bile olma şansı bulamayabilirdiniz!

Şimdi daha iyi anlaşılabiliyor mu resmi tatil olmasa da neden bu kadar önemli bir bayrammış bu 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir